19 Mart 2009 Perşembe

Tarih Bilinci


İnsanlarda tecessüs vardır; merak ederler; olayların önünü ardını bilmek isterler. Bu günlere kadar olup bitenleri, gelinip geçilen yolları, yerleri, çeşitli rolleri üstlenmiş insanları bilmek isterler. Neden olmuş, nasıl olmuş, kim yapmış? Öğrenirler. Sonra bundan kendilerince ders çıkarırlar. Değerlendirirler. İşte buna tarih bilinci diyoruz.

Tarih bilinci, yalnızca insanların merakını gideren bir olgu değildir; onun sayesinde insanlar geçmişin bilinmezliklerini öğrenirler. Tarih, geçmişi bir film senaryosu gibi gözler önüne serer. Olayların, yaşayanlar tarafından değerlendirilmesine olanak sağlar; İnsanlar ders alsın, ibret alsın diye…

Bu kitapta bir ailenin yalnız anatomisi değil, Atalar Zincirini ve özellikle yakın geçmişi ele alınmıştır. Bu geçmişte öylesine ünlü kişilerle karşılaştık ki, onları tanımak, günümüz nesli için gerçek bir şans ve övünç kaynağıdır. Bunlar arasında vatanı için şehit olanlar, isimsiz kahramanlar, memleketine büyük hizmet yapmış yargıçlar, kurdukları medreselerde insan yetiştirmiş müderrisler, mollalar vardır.

Okuyucuyu tarihin 650 yıl kadar gerilerine götüren bu araştırma, geçmişte aynı soydan gelen insanların yaşamına biraz olsun ışık tutacak ve geçmişi aydınlatacaktır. Uzun zaman tünelinde aynı soydan gelip, aynı kanı taşıyanlar, bu topraklar üstünde aynı kaderi paylaşanlar, sessizce geldiler ve gittiler.

Kimlerdi bunlar? Benimle kan bağı var mıydı ? Kendi atalarını tanıyıp, bilmek her insan için bir gereksinmedir. Her kim olursa olsun soyunu merak eder; kimileri araştırır, kimileri de merakıyla başbaşa kalır. Atalarını tanıma gereksinimi genellikle, kişinin kültür ve sosyal düzey ile ilgilidir. Kültürel ve sosyal düzeyi yüksek olanlar, kim olduklarını, başka bir deyişle genetik özgeçmişlerini ve mazide kalmış sosyal ve kültürel, hatta sosya-ekonomik dayanaklarını belirlemeye özenirler. Bu belirlemeyle kendi kişilik ve kimliği arasındaki bağlantıyı kurmayı arzularlar.


Atalar Zinciri adını verdiğimiz Soyağacı belirlemesiyle uğraşanlara Jenealogist denilmektedir. Bu sözcüğün türkçe anlamı Soybilimci demektir. Batı kültürlerinde soy bilimiyle uğraşanların sayısı çok fazladır. Fransa’da son 20 yılda bu amaçla 76 bin kişinin devlet arşivlerine başvurduğunu biliyoruz. Bugün de bu ülkede 150 bin kişinin, tarih içinde kendi küçük ailesinin öyküsünü araştırdığını söyleyebiliriz. Bu araştırmacılardan birisi son 200 yılda geriye giderek, kendi soyundan 250 kişi ile karşılaşabileceğinin hesabını yapmaktadır. Bu mümkündür. Fransa’da soybilim konusuyla ilgili çok sayıda yayın yapılmakta ve konuyla ilgili olarak gazetelerde ilanlar çıkmaktadır. Le Nouvel Observateur dergisi bu konuda özel bir sayı yayınlayarak konuyu gündemde tutmayı sürdürmektedir. Ülkemizde bu tür girişimler yok denecek kadar azdır. Ancak insanlar böyle bir çalışmanın içine girdiklerinde, ne kadar ilginç süprizlerle karşılaşacaklarını bilmelidirler. Çünkü olay heyecan vericidir. Herkesin kendi aile öyküsünü bilmesi, bir tür demokratikleşmedir. Hiristiyan toplumlarında kilise defterlerindeki doğum-ölüm kayıtları, devletin arşivinden daha sağlam ve düzenlidir. Soybilimciler böyle bir yerde çok rahat ve güvenli sonuçlara ulaşabilirler. Oysa Türkiye’de devlet arşivinde bulunan vakfnameler bu iş için aşılmaz güçlükler taşımaktadır. Çünkü bu belgeleri okuyup, anlayabilen kişiler, günden güne azalmaktadır.

Geçmişte yaşayanlar nereden gelmişler, nelerle uğraşmış, neler yapmışlar? Bunların kim oldukları, akrabalık ilişkileri hep merak konusudur. Bugün artık yaşamayan bu insanların yaşam öyküleri, kim bilir ne kadar ibret verici yada onurlu sahneler içermektedir. Ya da şan, şerefle dolu, özenilecek bir yaşam öyküsüdür. Bugün yaşayanlar, bu bilince ulaştıkları ölçüde, varoluşlarının nedenini, yaşam çizgilerini, karakter ve kişiliklerini daha doğru değerlendireceklerdir.

Doğanın en güçlü yasalarından biri olan Genetik Örgünün, geçmişten geleceğe hiç değişmeden sürüp gitmesi…Bireyler bu gidişte adeta birer araç. Adem babanın kromozonları ile benimkiler sayısal olarak aynı. O günden beri biyolojik ve genetik örgü değişmedi. Değişmeyecekte. Nitekim bu olguyu değerlendiren bazı filozoflar der ki, İnsanoğlu ölümsüzdür. Çünkü onun aslını oluşturan kromozonlar yok olmadan bugüne kadar geldikleri gibi geleceğe de gideceklerdir. Ölümlü bireyler bu sonsuzluğun yalnızca bir aracıdırlar.

Filozofların görüşünü bir yana bırakalım. Ölümsüzlük sürecinde uzun zincirin halkalarını teşkil eden bireyler, uçsuz bucaksız okyanuslarda ancak birer damla sayılabilen bireyler, bizi dünyaya getirenler, büyütenler, bu günlere ulaştıranlar… Onları yadsımadığımız gibi onlara ilgisiz de kalamayız, kalmamalıyız.

İnsanlar vardır; ünlü bir kişiyle ilişkisi, yakınlığı, arkadaşlığı varsa, onu her fırsatta dile getiriri ve kullanırlar. Çünkü o ünlü kişiden beklentileri vardır, medet umarlar. Ya da o kişinin manevi varlığını övünme vesilesi sayarlar. Kimileri bu övünmeyi soyadlarına yansıtırlar. Bununla soyuna bağlılık mesajı da vermiş olurlar.

İnsanlar vardır; birbirlerine ünvanlar vererek, bahşederek, birilerini yüceltirler. Bu ünvanlardan Lord’lar, Von’lar, Mevlana’lar, Veli’ler, Veliaht’lar, Paşa’lar doğar. Sonra asılsade olurlar. Bazen bunların fotoğrafları sonraki nesillerin odalarını süsler. O fotoğraflar birer onur kaynağı olarak nesilden nesile geçer.

İnsanların içindeki Önemlilik kompleksi yaşadıkça, insanlar önemli kişilere kendilerini yakın hissedecekler ve onlardan kendilerine bir pay çıkaracaklardır.